5 Ocak 2012 Perşembe

Samsung Galaxy Note incelemesi



Tabletle akıllı telefon arasına yerleşmeye çalışan Samsung Galaxy Note, acaba vaat ettiği boşluğu doldurabilecek mi? Ama bundan daha önemlisi, acaba gerçekten de böyle bir boşluk var mı?

Akıllı telefonların ekranlarındaki büyüme eğilimi başlarda hoşumuza gidiyordu. 4 inç civarına kadar da her şey yolundaydı. Ama ekran boyutları 4.3 inçin üzerine çıkmaya başladıkça içimizde bir şeylerin ters gittiğine dair bir his oluşmaya başladı. Tamam, büyük ekranlarda videoları çok daha güzel görüntüleyebiliyor ve mesaj eklerinde gelen belgeleri daha detaylı inceleyebiliyorduk. Ama artık cihazları tutmak, kullanmak, koyacak yer bulmak ciddi sorun olmaya başlamıştı.

Samsung Galaxy Note, 5,3 inçlik dev ekranıyla akıllı telefonlardaki ekran yarışını bir adım daha öteye taşımaya niyetlenmiş bir ürün. Ürünün teknik özelliklerine baktığınızda oldukça etkileyici bir setle karşılaşıyorsunuz. 1280×800 piksel çözünürlüğünde, gerçekten harika görüntü veren Super AMOLED ekran, 1,4 GHz çift çekirdekli mobil işlemciden güç alan Android işletim sistemi, bol miktarda bellek ve depolama alanı ve hatta ürünle gelen ve not tutmayı kolaylaştıran bir işaretleme kalemi.

Üstelik tüm bunların toplamını barındıran bütünün ağırlığı 180 gram bile değil.

Kısacası fonksiyon seti muhteşem. Aygıt adeta “bana bir klavye ve fare bağla, bırak bilgisayarını bir daha da dokunma” diye bağırıyor.

Kağıt üzerinde durum böyle.

Peki ama Galaxy Note aslında ne? Bir akıllı telefon mu, yoksa bir tablet mi?


Bana sorarsanız cep telefonu gibi yanağınıza dayayıp konuşabildiğiniz, zor da olsa tek elle kavrayabildiğiniz ve boyutları tabletten çok akıllı telefonlara doğru yuvarlanmaya müsait olan, hatta Samsung’un efsane modeli Samsung Galaxy S2 ile aynı tasarımı paylaşan bu aygıt, bir akıllı telefon olarak konumlandırılmaya daha uygun.

Samsung’a sorarsanız, şirket bu ürünle akıllı telefon ve tablet arasındaki boşluğu doldurmayı hedeflediğini söylüyor. Yani diğer bir deyimle, yeni bir sınıf yaratmanın peşinde.

Peki ama, acaba böyle bir sınıfa gerçekten ihtiyaç var mı?

Bizler mobil çalışanlarız. Günümüzün en az 2 saati kalabalık toplu taşıma araçlarında geçer. Gördüğümüz, ilgilendiğimiz şeyleri sizlere yansıtmak için elimizdeki tüm olanakları kullanmayı severiz. Boşa geçen zamanları yanımızdaki mobil cihazlarla mümkün olduğunca değerlendirmeye de bayılırız.

Fakat bilinçaltı bu ürünü bir tablet değil de telefon olarak konumlandırmaya başlayınca, beklentilerini de buna göre şekillendiriyor. Sonrasında da şenlik başlıyor.

Öncelikle burada pantolon veya gömlek cebine sığdıramayacağınız kadar büyük bir üründen bahsediyoruz. Hadi kışın palto cebi falan belki idare edersiniz ama, havalar ısındıkça yanınızda bir çanta taşımanız için size yalvaracağından emin olun.



Ekranından dolayı o kadar geniş ki, bir akıllı telefon gibi tek elinize kullanmayı düşünmeyin bile. Mutlaka iki elinizi de işin içine sokmanız lazım.

Hele telefon çalıp da kulağınıza götürürseniz, çevrenizdeki insanlar size Hobbit gibi bakıyorlar. Çünkü kafanız neredeyse elinizde tuttuğunuz şeyin arkasında kayboluyor. Masanın üzerinde dururken tutup almak bile sorun, çünkü telefon olarak gördüğünüz için uzanıp iki elle kavramayı kendinize yediremiyorsunuz. Sırf bu nedenden dolayı ürüne elimizde olmadan düşme testi de uyguladık, affet bizi Samsung (merak edenler için alette çizik bile yok!).

Kısacası yanınızda taşıdığınız aygıtı bir teknoloji demosu olarak sergilemekten hoşlanıyorsanız tamam. Ama bir arzu nesnesi, bir statü sembolü olarak konumlandırmaktan hoşlanıyorsanız pek uygun değil.

Peki sonuç?

Bir yanda şimdilik başka hiçbir mobil cihazda rastlayamayacağınız bir performans ve görüntü kalitesi, bir yanda ergonomik sorunlarla boğuşan bir yapı.

Kendini tablet olarak kabul ettirmek isteyen ama akıllı telefon kimliğini üzerinden atamamış yeni bir sınıfın ilk üyesi. Bundan bir yıl kadar önce şöyle bir görünüp kaybolan Dell Streak Tablet‘i saymazsak tabii.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder